e-GÜVENLİK DERSİ

MODÜL 2

Güvenliğin Temel Kavramları

Ders 7 – Çevreleme, Caydırıcılık ve Karşılıklı Kesin İmha

HAKKINDA

“Massive Open Online Course on Security” projesi kapsamında NATO PDD tarafından desteklenen bu çevrimiçi ders, Güvenlik Çalışmaları alanında lisans düzeyinde giriş dersi olarak tasarlanmıştır. Temel olarak güvenlik alanındaki kuramsal yaklaşımları, temel kavramları, genel tartışma konularını ve temel güvenlik kurumlarını kısaca tanıtmayı amaçlayan ders, planlanmakta olan serinin diğer derslerine giriş niteliği taşımaktadır. Uluslararası güvenlik alanındaki kuramsal yaklaşımların geleneksel güvenlik anlayışı- yeni güvenlik anlayışı karşılaştırması yoluyla incelenmesi, alanla ilgili temel bilgilerin paylaşılması, disiplinin ele aldığı konuların kapsamlı ve anlaşılır bir yaklaşımla anlatılması ve tüm bunların görseller, videolar, ek okumalar ve tartışma sorularıyla desteklenmesi ile Uluslararası Güvenlik alanıyla ilgilenecek olanlara temel bilgilendirmenin sağlanması hedeflenmektedir. Ayrıca Uluslararası Güvenlik alanıyla ilgili toplumsal farkındalık oluşturmak, disiplinin odaklandığı güvenlik kavramları, sorunları, aktörleri ve sair konularda genel kamuoyunun bilgilenmesini sağlamak ve alanla ilgili ileri düzeyde çalışmalar yürütecek olanlara sağlam bir analiz zemini oluşturmak da amaçlanmıştır.

Hazırlayanlar

İÇERİK
Soğuk Savaş dönemi boyunca ABD ve Sovyetler Birliği arasında yaşanan büyük güç çekişmesi farklı mücadele yöntemleri, stratejiler ve politikaların öne plana çıkmasına aracı olmuştur. Bu politikalar Soğuk Savaş’ın da seyrini belirlemiş, iki ülke arasındaki güç çekişmesinin doğasını etkilemiştir. Bu derste bunlardan çevreleme, caydırıcılık ve karşılıklı kesin imha politikalarını ve uygulamalarını ele alacağız.    

Çevreleme

Çevreleme (containment) politikası, ABD’nin Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin yayılmacı politikalarına karşı sürdürdüğü dış politika unsurlarından biri olarak anılmaktadır. Temelleri, 1946’da Amerikalı diplomat George F. Kennan tarafından Moskova’daki Amerikan Büyükelçiliğinden gönderilen “Uzun Telgraf” ile atılmıştır. Sovyetler Birliği konusunda tecrübeli olan Kennan bu telgrafta Sovyetlerin yayılmacı dış politika eğiliminin ancak ABD’nin ısrarlı karşı hamleleri ile uzun dönemde kırılabileceğine işaret etmiş ve bu ısrarlı tutumun SSCB’nin kırılgan iç siyasi yapısında istikrarsızlık yaratarak, mutlak bir zaferle sonuçlanacağını ifade etmiştir. Daha sonra genişletişmiş şekilde X mahlasıyla Foreign Affairs dergisinde yayınlanan bu metin ile ABD’nin SSCB’ye karşı tüm Soğuk Savaş boyunca devam edecek ana stratejilerinden biri ortaya konmuştur.   Sovyetler Birliği’nin bu dönemde komşu olduğu ülkelere karşı askeri ve siyasi baskı kurarak sindirme politikası yürütmesine dönemin ABD Başkanı Truman’ın adıyla anılan doktrin hayata geçirilmiş ve bu çerçevede Türkiye ve Yunanistan’a yapılan askeri yardımlarla bu ülkelerin Batılı ülkelerle ilişkileri güçlü tutulmaya çalışılmıştır. Bu tür ittifak güçlendirme çabaları daha sonra Marshall yardımlarıyla da desteklenmiştir.   1949’da NATO’nun kurulması ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı başlattığı askeri ittifaklarla çevreleme politikasının ilk ve en önemli adımı atılmıştır. Atlantik merkezli oluşturulan bu geniş katılımlı askeri ittifak, Sovyetler Birliği ile uzun bir sınıra sahip olan Avrupa’da güç kapasitesinin etkin kullanımı için bir araç olacak ve Sovyet yayılmacılığı ile Komünist ideolojinin de önü kesilecektir. NATO’nun ardından 1954’te Güney Doğu Asya ülkelerini bir araya getiren Güneydoğu Asya Antlaşması Örgütü’nün (Southeast Asia Treaty Organization, SEATO), Avustralya ve Yeni Zelanda’nın arasında imzalanan ve ABD’nin de bu iki devletle 1951’de imzaladığı Anzus Paktı, 1953’te, Yunanistan, Türkiye ve Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti arasında imzalanan Balkan Paktı, 1955’te İngiltere’nin öncülüğünde, Türkiye, İran, Irak ve Pakistan’ın katılımı ile kurulan Bağdat Paktı bu politikanın ürünleridir.   Bu arada 1950’de ABD Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından yayınlanan NSC-58 numaralı rapor çevreleme politikasını ABD’nin resmi stratejisine dönüştürmüştür. Bu raporda, Batı Avrupa’daki askeri işbirliği için savunma harcamalarının artırımı ile Sovyetler Birliği’nin yaşadığı güvensizliklerin üzerine gidilerek etki alanının daraltılması önerilmiştir. Bu dönemdeki dış politika söylemi ABD’de Komünist ideolojinin güvenlikleştirilmesine neden olmuştur. Zamanla çevreleme politikasının sınırları giderek genişlemiş ve ABD’nin Çin ile de karşı karşıya gelmesine neden olmuştur. Bu çerçevede, Kore, Vietnam, Tayvan gibi ülkelerde yaşanan krizlerde müdahaleci politikalar tercih edilmiş ve Vietnam Savaşı gibi ABD’yi derinden yıpratan dış müdahaleler ortaya çıkmıştır.   Soğuk Savaş sonrasında ise ABD’de tarafından İran’a ve daha sonra Çin’e karşı çevreleme politikaları uygulanmakta olduğunu söylemek mümkündür. Fakat bu dönemde çevreleme sadece askeri alanda değil, ekonomik, ideolojik ve kültürel unsurları da kapsayan geniş bir çerçeveye oturmuştur.      

Caydırıcılık

Devletler arasındaki ilişkilerde, bir devleti şüphelenilen tehdit edici eylemlerinden, olası eylemin yıkıcı sonuçları ile verilecek karşılığı boyutları konusunda şüphe uyandırarak, vazgeçirme politikası caydırıcılık (deterrence) olarak tanımlanabilir. Askeri caydırıcılığın temelinde basit bir prensip yatmaktadır: bir aktörün diğer bir aktöre (olası bir saldırganı) saldırganlığının bir bedeli olacağına, büyük olasılıkla bunun kabul edilemeyecek bir zarar şeklinde olacağına ve bu zararın bir maddi veya siyasi kazanç beklentisinin çok üstünde olacağına ikna etmesi olarak kurgulanan bir dış politika anlayışıdır.   Soğuk Savaş döneminde caydırıcılık kavramı özellikle nükleer silahlanma yarışının hızlanmasıyla birlikte hızla gelişen bir strateji olmuştur. Hatta bazıları tarafından nükleer dehşet dengesi döneminin tek başarılı askeri stratejisi olarak anılan caydırıcılık, John F. Kennedy’nin ABD başkanı olduğu dönemde yürütülen dış politikanın merkezi haline gelmiş, özellikle olası kullanımında doğurabileceği sonuçlar son derece belirsizlik içeren nükleer silahlanma ile desteklenmiştir. Nükleer savaşın belirsizliği ve bu dönemde ABD ile Sovyetler Birliği’nin eriştikleri nükleer kapasite ile ilgili gizlilik, bu silahların kullanılmadan bile nasıl bir tehdit oluşturabileceklerini kanıtlamıştır. Aşağıda ele alınacak olan “dehşet dengesi” kavramı ile de açıklanabilen bu belirsizliğin doğurduğu çekimserlik, Soğuk Savaşın algılar üzerine kurulu bir süreç olduğunu da destekler niteliktedir.   Soğuk Savaş sonrasında ise caydırıcılık kavramı özellikle 11 Eylül terör saldırılarından sonra uluslararası terörizme karşı farklı yöntemlerle uygulanabilirliği üzerine yapılan tartışmalarla yeniden gündeme gelmiştir. Bu noktada üç farklı caydırıcılık yöntemi ortaya atılmıştır. Dolaylı caydırıcılık görüşüne göre, terör örgütlerini doğrudan hedef almak yerine, destekçi üçüncü tarafları baskı altına almayı hedeflemek daha etkili olacaktır. İkinci yaklaşım olan yadsıma yöntemiyle caydırıcılık devletlerin terör taktikleri karşısında herhangi bir biçimde taviz vermeyeceğine yönelik kararlılığı konusunda rakiplerini ikna ederek, bu tarz saldırıları denenmek için çok maliyetli kılma üzerine kurgulanmıştır ve daha çok söylem ve algı temelli bir yaklaşımdır. Cezalandırma yoluyla caydırıcılık ise terörizme karşı doğrudan bir caydırıcı tedbir olarak misilleme tehditlerini öne çıkartmaktadır. Bu yöntemlerinin her birinin ne kadar etkili olup olmayacağı literatürde kapsamlı bir şekilde tartışılmaya devam etmektedir. Ayrıca, tüm bu yöntemler, bir noktada aşırı güç kullanımını gerektirmeleri nedeniyle etik boyutuyla eleştirilere konu olmaktadırlar.  

 
Caydırıcılık Nedir ?- Kavram Avcıları/ Dr. Özgür Özdamar
 

 
Caydırıcılık Nedir ?- Kavram Avcıları/ Dr. Mehmet Ali Tuğtan
 

 
NATO-Rusya İlişkilerinde Caydırıcılık- Güvenlik Çalışmaları/ Doç. Dr. Sinem Kocamaz
      Karşılıklı Kesin İmha   İngilizce orijinali Mutually Assured Destruction (MAD) olan ve Türkçe’ye “Karşılıklı Kesin İmha”, “Dehşet Dengesi” ya da “Karşılıklı Yok Etme Garantisi” gibi farklı şekillerde çevrilen bu kavram, Soğuk Savaş döneminin bir mirası olarak Uluslararası İlişkiler literatüründe yerini almıştır. ABD ile Sovyetleri Birliği arasındaki silahlanma yarışında nükleer güce işaretle kullanılan kavram, bu tür silahlara sahip ülkelerin bir noktadan sonra -bir nükleer saldırıyı atlattıktan sonra yine nükleer karşılık verebilecek noktaya, yani ikinci vuruş kapasitesine (second strike capability) ulaştıkları nokta- birbirlerine karşı nükleer güç kullanamama dengesine atıfta bulunur. Nükleer güce sahip taraflardan bir ülkenin ilk saldırıyı gerçekleşmesi ile karşı tarafın aynı şekilde karşılık vermesi kaçınılmaz olarak karşılıklı kitlesel yok olma durumu doğuracağı için, bu durumu ortaya çıkartan denge durumu “Dehşet Dengesi” olarak tanımlanır. Karşılıklı kesin imha veya dehşet dengesinin yaratacağı nükleer silahları kullanmaktan kaçınma durumu ise, başka bir dersimizde bahsettiğimiz “güç dengesi” modelinin nükleer silahlarla kurulmuş haline işaret etmektedir.   ABD’nin 1945’te gerçekleştirdiği ilk başarılı nükleer silah denemesinin ardından İkinci Dünya Savaşı bitmeden Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine attığı nükleer bombalar dünya tarihinde nükleer silahlanmanın ilk örnekleri olmuştu. Savaşın bitiminden sonra başlayan Soğuk Savaş ile Sovyetler Birliği’nin de benzer silahlanma çabasına girmesi iki büyük güç arasından küresel bir gerginlik kaynağı olmuştu. Sovyetler Birliği’nin 1949 yılında ilk nükleer silahını üretmesiyle de gerçek anlamıyla nükleer silahlanma yarışı başlamıştı. Karşılıklı kesin imha söylemi ise 1950’lı yıllarda iki ülkenin de nükleer kapasitelerini yoğun biçimde artırarak, nükleer tehdidin boyutunun küresel hale gelmesiyle bağlantılıdır ve nükleer silahların yanı sıra, bunların rakip ülkeye atılmasını sağlayacak kıtalararası balistik füzelerin geliştirilmesiyle doruğuna ulaşmıştır.   Özellikle 1962’de meydana gelen ve nükleer felaketin eşiğine gelindiği varsayılan Küba Füze Krizinin ardından iki ülke karşılıklı olarak nükleer silahlanma politikalarında yumuşamaya gitmişler ve bu çerçevede 1970’lerde iki ülke arasında SALT-I, SALT-II ve START görüşmeleri ile Anti-Balistik Füze Anlaşması ve Stratejik Saldırı Silahları Geçici Anlaşması gibi anlaşmalar imzalanmıştır. Bu görüşmeler temelinde sahip olunan nükleer füze başlıklarının sınırlandırılması ve etki alanlarının daraltılması üzerinde durulmuştur.   Soğuk Savaş sonrasında uzun süre iki ülke arasında sorun olmaktan çıkan nükleer silahlanma konusu, 2010’da imzalanan karşılıklı silah kapasitelerini %50 azaltma anlaşmasıyla yeni bir boyut kazanmıştır. Ancak son yıllarda nükleer silahlara sahip ülke sayısının giderek artması, politik olarak istikrarsız bölgelerde bu silahlara yönelik belirsizliklerin ve terör örgütlerinin küçük çaplı da olsa nükleer silahlara sahip olma ihtimalinin belirmesi ve Çin’in ABD ile Rusya arasında imzalanan indirim ve sınırlandırma anlaşmalarına taraf olmaması gerginliklere neden olmaya başlamıştır. Ayrıca, ABD Rusya’nın NATO tarafından SSC-8 olarak adlandırılan  yeni orta menzilli Novator 9M729 füzesinin Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’nı ihlal ettiğini savunmuştu. Bu suçlamalar sonucu ortaya çıkan anlaşmazlık, ABD’nin Ekim 2018’de anlaşmadan çekilmesiyle sonuçlanmıştır.    

Ek Okumalar Ataç, Kaan Kutlu, “Soğuk Savaş”, Güvenlik Yazıları Serisi, No.35, Kasım 2019. Egeli, Sıtkı, “Hayaldi Gerçek Oldu! Hipersonik Silahlar”, Güvenlik Yazıları Serisi, No. 51 Kennan, George. “The Long Telegram”, 861.00/2 – 2246: Telegram, The Charge in the Soviet Union (Kennan) to the Secretary of State, Moskova, 22 Şubat 1946, https://nsarchive2.gwu.edu//coldwar/documents/episode1/kennan.htm. Özcan, Gencer, “Çevreleme Politikası”, Güvenlik Yazıları Serisi, No.41, Kasım 2019.  

Tartışma Soruları Güç dengesi kavramı ile caydırıcılık, çevreleme ve KKİ kavramlarının ilişkisi nedir? Soğuk savaş dönemindeki farklı caydırıcılık politikaları neler olmuştur? Nükleer silahlanma yarışı dehşet dengesini nasıl meydana getirmiştir?

Ziyaretçiler (Visitors)

127999
Total Users : 127999
Total views : 251763