e-GÜVENLİK DERSİ

MODÜL 1

Güvenliğe Kuramsal Yaklaşımlar

Ders 3 – Liberal Güvenlik Çalışmaları

HAKKINDA

“Massive Open Online Course on Security” projesi kapsamında NATO PDD tarafından desteklenen bu çevrimiçi ders, Güvenlik Çalışmaları alanında lisans düzeyinde giriş dersi olarak tasarlanmıştır. Temel olarak güvenlik alanındaki kuramsal yaklaşımları, temel kavramları, genel tartışma konularını ve temel güvenlik kurumlarını kısaca tanıtmayı amaçlayan ders, planlanmakta olan serinin diğer derslerine giriş niteliği taşımaktadır. Uluslararası güvenlik alanındaki kuramsal yaklaşımların geleneksel güvenlik anlayışı- yeni güvenlik anlayışı karşılaştırması yoluyla incelenmesi, alanla ilgili temel bilgilerin paylaşılması, disiplinin ele aldığı konuların kapsamlı ve anlaşılır bir yaklaşımla anlatılması ve tüm bunların görseller, videolar, ek okumalar ve tartışma sorularıyla desteklenmesi ile Uluslararası Güvenlik alanıyla ilgilenecek olanlara temel bilgilendirmenin sağlanması hedeflenmektedir. Ayrıca Uluslararası Güvenlik alanıyla ilgili toplumsal farkındalık oluşturmak, disiplinin odaklandığı güvenlik kavramları, sorunları, aktörleri ve sair konularda genel kamuoyunun bilgilenmesini sağlamak ve alanla ilgili ileri düzeyde çalışmalar yürütecek olanlara sağlam bir analiz zemini oluşturmak da amaçlanmıştır.

Hazırlayanlar

İÇERİK
Uluslararası güvenliğin en önemli konularından biri olan istikrarın sağlanması konusu Liberal gelenekde işbirliği kavramı ile öne çıkmıştır. Eşitlik, özgürlük ve özel mülkiyet kavramlarına dayanan liberal gelenek uluslararası güvenlik bakımından ortak çıkarların, uluslararası normların ve Uluslararası Hukuk’un temel alınması gerektiğini ileri sürmüştür. Realist gelenek gibi uluslararası sistemdeki anarşinin güvensiz bir ortam oluşturduğu kabul eden liberal gelenek, realizmin çeşitli versiyonlarının aksine anarşinin devletleri işbirliğine zorladığı düşüncesinden yola çıkar.   Liberal siyasi düşünce demokrasinin ancak bireysel özgürlüğün olduğu yerlerde yeşerebileceğini ifade eder. Bu çerçevede özgürlükçü – ya da liberal – devletlerin biraraya gelmesiyle oluşacak bir uluslararası sistem ile barış ve refahın sağlanabileceği öne sürülmüştür. Zira bu tür bir uluslararası sistemde develetler arası çatışmaların ana sebebi olarak görülen kaynak dağılımının adil ve eşitçe yapılabileceği kabul edilmektedir. Bu varsayımların Uluslararası İlişkiler yazınında gelişimi ve uluslararası siyasette fiilen uygulanması Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden dönemde uluslararası barış ve güvenliği sağlama çabalarıyla birlikte olmuştur.   Realist kuram, liberal düşüncenin bu varsayımlarını insan doğasına aykırı olduğu ve fazla iyimser olduğu için eleştirmiştir. Her ülkenin kendi çıkarını gözettiği bir uluslararası ortamda kaynakların eşit dağılamayacağını ileri süren realist kuram, liberal yazının kaynakların eşit dağılacağı varsayımını ütopik olarak nitelendirir.   Realist yazının ileri sürdüğü ulus-devlet öncesi doğa hali, liberal yazında sürekli savaşların ve çatışmaların olduğu kaotik bir ortam olarak görülmemektedir. Yine de , insanların özgürlüklerinin ve güvenliklerinin garanti altına alınabilmesi için bir üst otoriteye ihtiyaç duyulduğu kabul edilmektedir. Bu düşünce, 17. yüzyılın sonlarında John Locke’un daha önce J. J. Rousseou tarafından ileri sürülen “toplumsal sözleşme” kavramını yeniden ele alış şekliyle daha iyi anlaşılmaktadır. Buna göre devletin meşruiyet kaynağı bireyler arasında uzlaşmayı sağlamak ve şiddetten korunmak için yapılan toplumsal sözleşmedir. Devlet vatandaşlarının güvenliğini sağlamak için oluşturulmuştur ve esas varlık sebebi güvenlik ve refahın devamıdır.   Benzer şekilde, modern Uluslararası Hukuk’un kurucusu olarak kabul edilen Hugo Grotius da liberal düşüncenin hukuksal varsayımlarını ortaya koyarak, devletin hukukun koruyucusu ve garantisi olduğunu ileri sürmüştür. Bu iki düşünürün varsayımları üzerine Immanuel Kant, birey temelli uluslararası toplum anlayışını ortaya koymuştur. Kant aynı zamanda “Uluslar Federasyonu” fikrini de ortaya atarak “sonsuz barış” (perpetual peace) arayışını dile getirmiştir. Benzer şekilde, 18.yüzyılın sonlarında Montesquieu de savaş ve devlet yönetimi arasında belirgin bir bağ olduğunu belirterek, Kant gibi uluslararası sistemdeki istikrarsızlığın, çatışamaların ve anlaşmazlıkların temelinde mutlakiyetçi yöntemlerin olduğunu ileri sürmüştür.   Liberal düşüncenin özel mülkiyet ve ekonomi ile ilgili varsayımları ise Adam Smith tarafından ortaya koyulmuştur. Adam Smith’in dile getirdiği liberal ekonomik düzenle ilgili varsayımlarına bakıldığında, uluslararası sistemde istikrarın -dolayısıyla güvende olma halinin- devletlerin siyasal sistemleri, toplumları ile ilişkileri ve bireylerin refahı ilgili olduğunu söylemek mümkündür.   Liberal siyasal düşünce her bireyin öncelikle kendisi için çalışırken aynı zamanda toplumun çıkarına da çalışmış olduğunu ve sonunda en çok sayıda kişinin avantajına olacak (Jeremy Betham’ın “greatest good for the greatest number” prensibi) gelişmelerin ortaya çıkacağını varsayarak, bu anlayışı uluslararası ilişkilere de uygulamaya çalışır. Buna göre, devletlerin kendi çıkarlarını önceleyen yaklaşımları, nihayetinde uluslararası toplumun geneli için en avantajlı olan durumun ortaya çıkamasına katkıda bulunacaktır. Realist yazın, bu anlayışı, temelde gelişmiş ülkelerin kendi çıkarlarını evrensel çıkarlar olarak sunduklarını ileri sürerek eleştirmiştir. Unutulmamalıdır ki, realistlere göre devletlerin öncelikle kendi çıkarları peşinde koşmaları ve sistemde üst bir otoritenin olmaması uluslararası sistemdeki istikrarsızlığın en temel sebeplerindendir.   Klasik liberalizme göre devletler bireyin özgürlüğünü, yaşam hakkını ve mülkiyet hakkını garantiye almakla yükümlüdür. Bu yolla devletler demokratik ve özgür bir kamuoyu oluşturabilirler. Demokratik ve özgür kamuoyları da savaşı önlemenin ve devletlerin akılcı davranmalarının temel taşıdır. Zira, sıradan vatandaşlar bireysel kayba uğreyacakları savaşların yaşanmasını istemezler. Barışa ulaşmak ve uzun dönemli sürekliliğini sağlamak ise toplumların eğitim seviyesini yükseltmekle olur. Devletin bu süreçleri garantine alması için oluşturacağı hukukun ise ortak akla uygun olması gerekir.   Benzer şekilde, liberal düşüncede uluslararası hukukun da devletlerin ortak rızasıyla oluşması gerektiğini ileri sürülür. Zira ortak rıza uluslararası toplumu geliştirecektir. Bu varsayımın temelinde liberal düşüncenin ortak kazancın uluslararası toplumda var olduğu ve bunun da karşılıklı bağımlılığı arttıracağı anlayışı yatar.   Liberal yazın ayrıca uluslararası ilişkilerde kurumsallaşmanın belirsizliği ortadan kaldırarak, iş birliklerini artacağını ileri sürmüştür. Uluslararası kurumsallaşmayı sağlayacak olan uluslararası örgütler, sistemdeki mevcut anarşi durumunu ortadan kaldıracak ve barış ile güvenliğin istikrarlı hale gelmelerini sağlayacaktır. Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler’in çalışmaları ile uluslararası çatışma ve anlaşmazlıklara alternatif çözüm yöntemleri sunmaları bu varsayımlar çerçevesinde değerlendirilmelidir.   Liberal düşünceye göre uluslararası örgütler devletler arasındaki işbirliğini ve koordinasyonu sağlaması sebebiyle de barışı koruma ve sürdürme anlayışına hizmet etmektedirler. Uluslararası ortamda kurumsallaşma ile ortaya çıkan bu örgütler uluslararası ortak çıkarların oluşturulması, bu çıkarların korunması ve sürdürülmesi konularında önemli rol oynamaktadırlar. Bu kurumsallaşma aynı zamanda uluslararası sistemin problemli alanalrında da sorumluluk paylaşma ile etki ve denetimin artırılmasına da olanak sağlamaktadır.   Realist düşüncenin tersine liberal yazında devletler birbirlerinin sadece rakibi değil aynı zamanda işbirliği yapılabilecekleri aktörlerdir. Güç ve çıkar kavramlarını analizinin merkezine oturtmak yerine ekonomik refahın arttırılması ve sosyal güvenlik gibi konuları temel alan liberal kuram, uluslararası ilişkilerde olumlu yönde değişim olabileceğini inanır ve bunu da “gelişme” kavramı ile adlandırır.   Liberal çalışmaların daha yeni versiyonlarında ise uluslararası ilişkilerin temel aktörü olarak sadece devletler değil bireyler ve topluluklar da uluslararası ilişkilerin aktörü olarak kabul edilir. Bu çerçevede neoliberal düşünürler, klasik liberal düşünürler gibi diplomasi, ortak ahlak ve uluslararası hukukun geliştirilmesi gibi konularla ilgilenmelerinin yanı sıra, uluslararası sistemin yapısına hakkında da varsayımlar ileri sürmüşlerdir. Buna göre, neoliberal uzmanlar da, tıpkı neo-realistler gibi, uluslararası sistemin anarşik bir yapıda olduğunu kabul ederler. Fakat, neorealist düşünürlerin tersine, uluslararası alandaki anarşi durumunun devletleri iş birliğine zorlayacak özellikte olduğuna inanırlar. Bu noktada liberal kuram realist kuramın aksine aktörlerin göreli bir kazançtan çok, kendi sağladıkları mutlak kazanca odaklarını ileri sürer. Bu çerçevede de liberal düşünürler için “karşılıklı bağımlılık” uluslararası sistem içerisinde olumlu bir gelişmedir ve devletler arası ilişkilerin barışçı yönde gelişimine katkıda bulunur.   Liberaller, uluslararası kurumsallaşmanın temel olarak demokratik liberal devletler arasında yaşatılmasının mümkün olduğunu ileri sürerler. Bu anlayış, barışın korunması ve güvenliğin sağlanmasındaki en önemli noktalardan biridir. Bu varsayımın temelinde liberal demokratik toplumların savaşın maliyetinin getirisinden fazla olduğunun farkında olduğu ve demokratik toplumlarda kamuoyunun hükümete etkili bir baskı uygulayabileceği düşüncesi yatmaktadır. Savaşın maliyeti, karşılıklı ekonomik bağımlılığın azalması ve nükleer silah geliştirme maliyeti gibi konularla da desteklenmektedir. Bu bakış açısıyla, liberaller savaş ile demokratik toplumlar arasında ters bir ilişki kurmaktadırlar.          
Demokratik Barış Teorisi Nedir? / Dr. Özgür Özdamar
          Demokratik Barış” – Güvenlik Yazıları / Binnur Özkeçeci-Taner           Liberal düşüncenin güvende olma durumu ile bireylerin özgürlüğü arasında dengeli bir bağ kurduğunu söylemek mümkündür. Liberal düşünceye göre iç politikada güvenlik sağlayıcı bir kurum olarak ortaya çıkan devletin bireyin güvenliğini sağlama anlayışı uluslararası ortama da taşınmıştır. Devletler arasındaki kurumsallaşma, uluslararası hukukun sağlanması, kaynakların dağılımında fırsat eşitliği ve adaletin sağlanabilmesi konuları ise esas itibariyle devletin var olma sebeplerine dayanır. Bireylerin güvenliklerini sağlayıcı kurum olarak ortaya çıkan devletlerin uluslararası sistemde de istikrarı sağlayacak politikalar üretmesi beklenir. Güvenlik sağlayıcılar arasındaki uyum, ortak çıkarların gözetilmesi ve mutlak kazanç anlayışı ise sistemsel düzeyde ortak güvenliğin en temel prensipleri haline gelir. Buna göre, istikrarı bozan çatışmalar, savaşlar ve anlaşmazlıklar devletlerin birbirlerini anlayamamasında ve/veya yanlış anlamasından kaynaklanmaktadır. Bu durumu değiştirecek olansa uluslararası kurumsallaşma ve uluslararası hukuktur. Kurumsallaşma belirsizliği ve yanlış anlamaları azaltır/ortadan kaldırırken uluslararası hukuk da devletlerin aralarında ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkları barışçı yollarla çözmelerine olanak sağlayarak uluslararası sisteme barışı getirecektir. Devletlerin geliştirecekleri ortak çıkarlar ise uluslararası sistemdeki mutlak kazançlar, işbirliği, uluslararası hukuk ve ekonomik bağımlılık gibi kavramlarla birlikte devletlerin barışın korunmasındaki isteğini artıracaktır.          
Ek Okumalar
Yanık, L K., “Liberalizm: Bir Yazın Değerlendirmesi”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 12, Sayı 46, s. 35-55. Wilson Prensipleri. Oktay F. T., “Yöntem Sorunu: Gelenekselcilik-Davranışsalcılık Tartışması,” Devlet, Sistem ve Kimlik, s. 94, 98-99. Immanuel K., Toward Perpetual Peace: A Philosophical Sketch.      
Tartışma Soruları
Liberalizmin ana kavramları ve varsayımları nelerdir? Ekonomik bağımlılık ve güvenlik arasındaki ilişki nasıl kurulmuştur? Demokratik barış nedir? Uluslararası güvenlikte liberal demokratik toplumun rolü nedir?

Ziyaretçiler (Visitors)

128030
Total Users : 128030
Total views : 251818